29 Temmuz 2009 Çarşamba

Evreni Anlama Çabasındaki İnsan Üzerine Düşünceler

İnsanoğlu evrende olup bitenleri sürekli merak etmiştir. Hemen yanıbaşındaki çalılıktan tutun bilmem kaç ışık yılı ötedeki yıldızlara kadar herşey için sorular sormuştur. Sorulan bu sorulara cevap verirken çeşitli yollara başvurmuştur. Şu aşamada ilgimi en çok çeken verilen cevaplardan çok o cevaplara giden yollardır. Çünkü insanlar hakkında genel bir kanıya varmamı sağlamaktadırlar.

Yollarda sayısız otomobil dolanır. Çocuklar suya taş atarlar deniz kıyısında. Uçaklar havalanır havaalanlarından. Çelikten yapılmış gemiler su üstünde durabilirler. Dünyada yapılan uydular başka gezegenler üzerinde gezinebilirler.

Yukarıda verilen örnekler basit ama birçok açıdan çarpıcıdır. Çünkü insanlar bu konularda hiç düşünmeden “Bilim ve teknoloji çok gelişti.” diyebilmektedirler. İnsanlar bu kadar takdir ettikleri bilime karşı güvenlerini hangi noktalarda terkederler peki? Bunu neden yaparlar?

Bilimsel birçok çalışmanın sıradan insanlar tarafından anlaşılamaması doğal bir şeydir. Buradaki önemli nokta o sıradan insanın bir bilimsel haber karşısında verdiği tepkidir. O kişi bilimsel metodlarla elde edilmiş bilgiye güvenmekte midir? Asıl konu budur. Bu soruya verilen cevap toplumsal dinamikler açısından da bir çözümleme yaratacaktır. Keza yaşadığı evreni nasıl açıkladığı o kişinin düşünme biçimini de ortaya koymaktadır.

Bir çocuğu denize taş atarken izleyen kişi çocuğun atacağı taşın suya düşüp düşmeyeceğini düşünmez. Çünkü o taşın yerçekimi ile aşağı ineceğine emindir. Bu konuda emin olmak için herhangi bir okula gidip Newton yasalarını okumasına da gerek yoktur. O zamana kadar edindiği tecrübeler bu doğrultudadır: Havada serbest bırakılan cisimler yere düşerler. İnsanlar farkında olmadan yaşamın içerisinde deneyler yaparak yaşamaktadırlar. Cisimlerin yere düşmesi buna en basit örnektir. Daha karmaşık bir örnek olarak otomobillerin çalışmasını verebiliriz. Bir sürücü benzin olmadan arabanın çalışmayacağını bilir. Ya da kontağı açmadan motorun harekete geçmeyeceğini… Düzenli bakımı yapılmadığı zaman makine parçalarının görevlerini tam yapmadığını da bilir tüm sürücüler. Buralarda da insanlar farkında olmadan termodinamik yasalarını ve neden-sonuç ilişkisini tecrübe etmiş oluyorlar.

Bu örnekleri neden veriyorum? İnsanlar, sıra kendi varlıklarını açıklamaya geldiğinde bu kadar cesur olamıyorlar. Kendi yaşamlarına dair sorular sormaya başladıklarında farkına varıyorlar ki evrene dair çok az şey biliyorlar. Aslına bu oldukça normal bir durumdur. Çünkü bu kişiler bilim adamı değillerdir. Yeni bulunan bir kuramı veya en son geliştirilmiş ilacın insan vücudu üzerindeki etkilerini teknik olarak bilemezler. Ancak o bilginin nasıl elde edildiğini bilmelidirler. İşte bu noktada, bilginin kaynağı konusunda düştükleri şüphe ve korku onları kendi varlıklarını açıklarken ürkek davranmaya itiyor. Bilim değersizleşmeye başlıyor. Oysa o değersiz ve bilinemez dedikleri bilgilerin uygulamaları olan otomobillere, gemilere, uçaklara gönül rahatlığı ile biniyorlar. İşin komik yani birinci yasasını kabul etmedikleri termodinamiğin bir uygu laması olan içten yanmalı motorlar hakkında kendi aralarında bilgi yarışına bile girebiliyorlar. Küçük bir hatırlatma olarak, termodinamiğin birinci yasası enerjinin korunumunu anlatmaktadır.

Küçük bir çocuk “Odamda canavar var?” dediğinde büyükler küçük çocuğa bakıp gülümseyerek “Canavar diye bir şey yok ufaklık.” derler ki bu da tecrübelere dayanarak söylenmiş bir cümledir. Bu cümleyi kuran kişilerin hiçbiri tüm evreni dolaşıp “canavar diye bir şey var mı?” sorusuna yanıt aramamışlardır.

Kuramsal bir sürü açıklama ya da felsefi cümlelerle anlaşılmaz bir giriş yazısı yazmak istemedim. Yeri gelince teknik açıklamalar da yapılacaktır. Basit örnekler ve açıklamalar şu an için anlatmak istediğim noktaların altını yeterince çiziyor. Bu en son örneği evreni anlatmak için kuramsal fizik ile yapılan açıklamalara karşı insanların verdikleri bazı cevaplara ithafen yazdım. Çünkü ortaya çıkan manzara pek de farklı değildir.



Bilgi sahibi olmadığı konuda kendinden emin konuşup hükümler veren kişilerden korkmak gerekir. Özellikle de bu kişiler çok önemli mevkilere gelmişse…

Yukarıdaki cümlenin yazılma nedeni, konumuzun başlığı çerçevesinde, kuantum mekaniğinin insanlar tarafından nasıl anlaşıldığıdır.

“Belirsizlik” kelimesi çok sevilen bir kelime olmuştur. Çünkü insanlar “bilimsel açıklamalara” karşı “evrende olup bitenleri kesin olarak açıklamak imkansızdır. Çünkü hiçbirşey tam olarak belirlenemez, bilinemez.” demektedirler. Bilim çevrelerinde değil ama toplum içerisinde, sıradan insanlar arasında bu tür savunmaları duymak mümkündür. Bu davranış, bilgisizlik sebebiyetiyle sergilenen bir davranıştır. İnsanlar ne Newton mekaniği ne de Kuantum mekaniği hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan, sadece edebiyat yaparak çok ciddi felsefi açıklamalar yaptıklarını düşünmektedirler. Yanıldıklarının farkında değildirler.

Newton mekaniği kuvvet, hareket, momentum, madde gibi kavramların birbirleriyle olan ilişkilerini neden-sonuç ilişkisi bağlamında ve süreklilik kabulü ile oldukça iyi bir şekilde açıklamaktadır. Ancak Newton mekaniği çok küçük parçacıklarda ve yüksek hızlarda yetersiz kalmaktadır. Bu durum Newton mekaniğini bir kenara atmamız ve determinist yaklaşım gömleğini üzerimizden çıkarmamız gerektiği anlamına gelmemektedir. İnsanların yaptığı en temel hata da budur: Bilim, kesin hükümler veremez. Bu, elbette çok büyük bir yanılgıdır.

Bu yanılgıyı çok basit ve sürekli gözümüzün önünde olan bir örnekle açıklamaklayacağım: Otomobiller…

Otomobiller birçok üretim yöntemi ile imal edilmiş ve bir araya getirilmiş elemandan oluşur. Kaporta bu yapılardan birisidir ve işlenmiş metal sacların birbirlerine monte edilmesiyle imal edilir.

Metal saclar, daha önceden hesabı yapılan kuvvetler ile şekil değişikliğine uğratılırlar. Bu uygulama klasik mekaniğin basit bir açıklaması olabilir: kuvvet etkisi altında şekil değiştirme. İster matematiksel olarak kağıt üzerinde ister simülsyon programları ile bir sacın hangi kuvvet altında nasıl bir deformasyona uğrayacağını belirlememiz mümkündür. Yani pres altında kalıplarla işlenen sacın yırtılıp yırtılmayacağı “bilinmez” bir şey değildir.

Tüm parametreleri “önceden belirlenmiş” üretim yöntemleri ile “önceden hesaplanmış ve ortaya konmuş” sonuçlar elde edilir. Saclar işlenir.

İşlenmiş saclar birbirlerine direnç kaynağı, ark kaynağı, perçinleme gibi yöntemlerle bağlanırlar. Bu metodların parametreleri ilgili parçaların nasıl bir kuvvet altında çalışacağı üzerine yapılan çalışmalardan elde edilen veriler ışığında belirlenir. Yani dış saca F kadar bir kuvvet uygulanacaksa n kadar nokta kaynağı e akımı ile ve v voltajı ile uygulanmalıdır. Aksi takdirde iki sac birbirine kaynak olmayacak ve beklenilenin daha altında bir kuvvet ile kopacaktır.

Kaporta örneğinin yanında yine çok çarpıcı bir örnek içten yanmalı motorlardır. Yanma denklemi, mekanik ve ısı kayıpları hesapları ortaya konabilmektedir. Yani kimse “biz bir motor yaptık ama tanrı izin verirse çalışacak” demez. Hava yakıt oranından egsoz emizyonuna kadar herşeyi hesaplayabiliriz. Çalışan otomobillerde de sonuçları test edip karşılaştırabiliriz ki durum ortadadır.

Ne klasik mekanik ne de kuantum mekaniği toplum tarafından gel çerçevede iyi analiz edilebilmiş değildir. Bilimsel etkinliklerin nasıl olduğu konusunda da pek bir fikri yoktur insanların. Bunun en son örneğini Cern’de yapılan deney karşısında gerek medyada gerekse insan arasındaki yorumlar oluşturuyor.

“Deney sırasında güneşin 100 bin katı kadar ısı açığa çıkacakmış.” Elimizde güneşin sıcaklığına dayanacak malzeme henüz yok. 100 bin katı ısı çıkması durumu nasıl yaratılabilir bir düşünmek lazım. Böyle saçmalıkları “ışık hızı aşıldı?” diye haber yapılan bir dönemde de gördmüştük. Medyamız yine magazinini yaptı, satışını yaptı. Olay budur.

Bilim adamları, takip ettiyseniz yabancı kanallardan, mevcut deney sisteminin yerel karadelikler olurturacak kapasitede olmadığı açıklamışlardı. Ama bizim televizyonlarımız bu bilimsel deneyden dini sonuç bile çıkarmaya çalıştılar.

Cem Yılmaz’ın uranyumdan kaçan adam espirisini hatırlatmak istiyorum.

Ayrıca, parçacık hızlandırma eylemi Cern’de yeni birşey değildir.

İşin bir komik yanı da şu: Bilimsel yöntemden o kadar habersiziz ki bir deneyle sonuç alınabileceğini düşünüyoruz hemen. Bir deney çok kez tekrarlanır, veriler grafiğe aktarılır, karakterize edilir, sapmalar tespit edilir ve bunlardan sonra teori ile karşılaştırılır. Bizim beklentimiz neydi? “Protonlar hemen çarpışacak. Evrenin sırrı açıklanacak. Tanrı’nın varlığı kanıtlanacak.”

Ben sadece üzülüyorum. Bu yaklaşımımız geri kalmışlığımızın özetidir. İşte bu sebepledir ki insanlara bilimsel yöntemi, Newton mekaniğinin ne olduğunu, kuantumun ne olmadığını anlatmak gerekir basitçe olsa bile.

Kasım 18, 2008

13 Temmuz 2009 Pazartesi

...

alıp o orospuyu kuytularda
soracaksın
saçların neden yalancı diye
o da diyecek ki
senin sevgin neden bu kadar ucuzsa ondan

şaşıracaksın...

koralp
13 temmuz 2009
22:55
bursa

dörtlük

bakma bana öyle; bedenime hüznü sarma, yanarım
dalgınlığımla yalnız ne diyarlar gezerim
her akşamın kızılında ellerini okşar
sabahları gözlerinde güneşi getiririm

koralp
7 temmuz 2009
20:23
bursa

dalgınım

daha bir dalgın
bir vurgun
düşünceliyim bugün

düşünüyorum
özlüyorum yaşayamadıklarımı
hiç olmayanları
olmasını isterken
burada
şimdi
olmayanları
kim bilir ne zaman olur
aynı anda
aynı duyguyu yaşamayı

sonradan karşılaşmışlığımı
ve şaşırıyorum
sanki sonra olmamış gibi
ama hep
sonmuş gibi
solmuş gibi
sen gibi
ben olamamış belki
kuytu bir duvar dibi
yazı
sıva
çatlak bir karalama

toprakta anlatılır
yağmur düşer
kokusu çıkar
dalgınlığımla ben o kokuya
bırakırım
ken-
di-
mi
ama
bilemiyorum olabilir
mi
olamaz mı
bu zihnimdeki
umut
hayal

bana

sana



dalgınım bugün

oldukça

ve bu çok fazla



koralp

13 temmuz 2009

13:01

bursa

renk

bir renk düşün içinde olmadığın sokaklarında yürümediğin söyle bana, bulabilir misin? aldığın nefesin sebebi olur mu? gözündeki bakışta...