22 Ocak 2012 Pazar

balkondan sokağı izlerken

dar sokakların ihtiyar insanları
balkon sohbetleri ile geçen bir ömrün son düzlüğünde
umut dolu bakarlar 
yanlarından öylece geçip giden gençlere
tüm o yeni yetmelerin yaşadığı o dar sokakları
yıllardır ayakta tutmuş olmanın gururuyla

sıcak bir ev olsa da akşam
yalnız bir uyku yetmişinde
koyuyordur elbet onca kalabalıktan sonra
yol boyu hayatın izleri
yavaş adımlarında gülümseyerek izlersin anılarını
belki de sonuncusu olarak
yıllardır atılan kahkahaların
saat geri sarmaya devam ediyor hala...

koralp
22 ocak 2012
14:49
karşıyaka-izmir

2 Ocak 2012 Pazartesi

"E İle Diyalog" Karakterleri Üzerine

Nazik bir dille ve yazılmış olan diyalog içindeki karakterler öyle çok da büyütülecek kişiler değil. Birisi ne istediğini bilmeyen bir kadın, diğeri de triplerde öküz bir adam. Bu kadar açıkçası. Altı üstü bir aşk mı bir meşk mi ne yapacaklarsa yapmak için binbir şekle girmenin şekli a örneği. Gerek evlerde gerek sokaklarda gerekse televizyon dizilerinde yığınla mevcuttur efendim.

E İle Diyalog

z
:
Yıllardır düşünüp duruyorum. Bütün o okuduklarım, yazdıklarım… Ve gördüğüm kentler! Sayısız insanla ettiğim sohbetler! Seviştiğim kadınlar! Sonu nedir? İşte bu yalnızlık… Kendimi anlatabileceğim bir kendim var.
“Yalnız değilim; kalemim var!” diyemiyorum. Diyemiyorum çünkü onun da bir işe yaramadığını düşünmeye başladım. Ne yazılanlar beni mutlu ediyor ne de sokaktaki adamı insan olma yolunda geliştitiyor. Kendi kendimi kandıramıyorum artık. Bunu unutalı çok oldu.
Bu ev de sıkıcı ve boğucu olmaya başladı. Biraz dışarı çıkıp hava alsam iyi gelir belki.



(Üzerini değiştirir ve dışarı çıkar. Hava serindir. Gri bulutlar “her an yağabiliriz” havasındalar. Kaldırımlarda yürümektedir düşünerek.)






Niye yaşadığının bilincine varamamış insanlarla dolu her yer. Bunlarla birlikte olsam ne işe yarar ki? Boş bir kalabalık… Şu karşımdaki adamla ne hakkında konuşabilirim, nasıl uzlaşabilirim? Bu yalnız yaşama fikri iyice işledi içime galiba. Daha tanımadığım insanlar hakkında bile bu kadar önyargılı cümleler kurabiliyorum. Peki, ben nasıl bu hale gelebildim? Hiçbir şey anlamadım. Kendimden nefret etmeye başlayacağım gibi bir hisse kapılıyorum. 



(Cep telefonu çalar. Arayan e’dir.)




e
:
Konuşmaya ihtiyacım var. Müsait misin?



z
:
Tabiki… Sana gelmemi ister misin? Belki de dışarısı iyi gelebilir. Seni evinden alayım. On onbeş dakika sonra oradayım.



e
:
Oldu. Bekliyorum.



(e’nin evinin önünde buluşurlar. Yavaş yavaş yürümeye başlarlar nereye yürüdüklerini görmeden.)




z
:
“Nasılsın?” diye sormayacağım; iyi olmadığın ortada. Gerçi benim de çok iyi olduğum söylenemez ya…



e
:
İyi ki geldin. Çok sağol. Biraz yürüyelim. Sonra bir yere oturur konuşuruz rahat rahat.



z
:
Sen bilirsin. (İçinden düşünmeye başlar)  Galiba yalnız değilim. Ya da öyle olmadığını ümid ediyorum. Bu iyi bir istek mi tam olarak kestiremiyorum. Yani, başka birisinin çektiğim acıları çektiğini düşünmek ve bunu bilmek beni mutlu eder mi? Etmeli mi? Yeni doğmuş bebeklerin benim bıraktığım izleri takip etmesini istemeli miyim? Yoksa bunun tam tersini yapmalarını ve beni umursamamalarını mı dilemeliyim? Of, başım ağrıyor!



(Yarım saat kadar yürüdükten sonra bir kafede otururlar.)




e
:
Ne güzel! İçerisi sıcacık…



z
:
Evet öyle.



g
:
Bir şey arzu eder misiniz efendim?



e
:
Bir fincan sıcak çikolata alabilir miyim, lütfen!



z
:
Ben de sıcak çikolata alayım.



g
:
Peki efendim.



e
:
Biraz gergin gibisin. Bir sorun mu var?



z
:
Gergin değilim. Ama biraz düşünceliyim sanki. Bu sabah… Neyse, şimdi konumuz bu değil. Anlat bakalım.



e
:
Siparişler gelsin, başlarız.



(İki dakika sonra siparişleri gelir. O sırada kafade Paganini caprice no 4 çalmaktadır.)





z
:
(Sıcak çikolatasından bir yudum alır.)  Oy oy… Gerçekten insanın içini ısıtıyor. Ve lezzetli… Evet, bayan anlatınız. Sizi tüm içtenliğimle dinliyorum. (Gülümser.)





e
:
Sıkıldım. Aylardır adam gibi uyuyamadım. İçimde biriken bu her ne ise son birkaç aydır iyice bunaltmaya başladı.





z
:
Nasıl yani?





e
:
Anlatıyorum. Dinle lütfen! Hareketlerim kısıtlanmış sanki. İçimdekileri gerçekleştirmek istiyorum. Bir hayata ihtiyacım var. Şu an nefes alarak sürdürdüğüm şey bir hayat olamaz. İşimden sıkıldım, evimden sıkıldım, yalnızlığımdan sıkıldım. İlk zamanlar çok tatlı geliyordu böylesi bir yaşam. Ama şimdi birşeyler eksik. Kapılar kapalı. Çevremdeki insanlar da o kadar canımı sıkıyorlar ki… Boş boş davranışlar… Düşünen insanlar olmayınca etrafımda, içimdeki yalnızlık daha çok artıyor. İhtiyacım olduğunda konuşabileceğim bir sen varsın. İyi ki varsın!





z
:
(Gülümser.)  Benim için de sadece sen… Bugün çekip gitmek istedim buralardan. Yalnızlığıma lanet mi okusam yoksa onlar gibi olmadığımı bana gösterdiği için minnet mi duysam karar veremiyorum.





e
:
Biz bunu niye kendi sorunumuz haline getiriyoruz, anlayamıyorum. Onlar boş yaşıyorlar; biz ise kendimiz gibi…





z
:
Ama bazen bir insana ihtiyaç duyduğumuz zamanlar oluyor. Ve o insan yanımızda olmuyor, olamıyor. Düşünüyoruz “Böyle olmak zorunda mıydı?” diye. Bilgi yalnızlık mı getirmeli? En azından ben böyle düşünmekten kendimi alamıyorum. Onları mutlu etmek için, onların geleceği için uğraş, didin…





e
:
Belki de sorun burda! Onlar için bu kadar hırpalamamalıyız kendimizi. Ya da bu yaptıklarımız için karşılık beklemediğimiz yalanını bir kenara bırakmalıyız. Bana kalırsa biz herşeyi kendimiz için yaptık.





z
:
Narsisleşiyor muyuz sence?





e
:
Zaten öyleyiz. Bu başka bir şey…





z
:
İhtiyaç… Kendim için daha çok çaba harcamaya ihtiyacım var. İnsana ihtiyacım var. Ve buralardan uzaklaşmalıyım.





e
:
Mavi Koridor vardı senin yazdığın, hatırlıyor musun?





z
:
Hatırlamaz olur muyum? O da bir uzaklaşma, bir terkediş yazısıydı. Şimdi ne yazmalı? Ölmeli mi yoksa?





e
:
Hey, hey! Kendine gel! Nereden çıkarıyorsun ölmeyi!





z
:
Kendime gelmek için bir sebep söyler misin?





e
:
Korkuyorum.





z
:
Çarpıklıkların ve çelişkilerin arasında kendimle mücadele ediyorum. Bir çeşit iç savaş… Belirsizlik durumu beni sürekli tedirgin ediyor. Felaketlere alışmak mı gerekli? Suya atlamak mı gerek yoksa çakılmak mı?





e
:
Korkuyorum. Şimdi daha fazla tedirgin hissediyorum. Aptal herif!





z
:
Ne oldu?





e
:
Seni kaybediyorum.





z
:
Beni kaybetmek?





e
:
Evet! Seni kaybetmek! Tek dayanağımın sen olduğunu söylüyorum sana. Ama sen çekip gitmekten bahsediyorsun. Gittiğin zaman şimdiden daha iyi olmayacağım.





z
:
Geceleri başka yerlerde olsak da aynı yıldızları izleyeceğiz.





e
:
Yıldızlar her yerde aynıdır. Onların güzelliği manzarayı paylaştığın insanlarla gösterir kendini.





z
:
Ama…





(e masadan kalkar ve kafeden çıkar. z masada tek başına oturmaktadır.)






Haklısın… Gerçekten çok haklısın.



( z gece e’nin evine gider. e, z’yi karşısında görünce şaşırır. Bu sırada göz yaşlarını silmektedir.)




e
:
Ovv! Geleceğini düşünmemiştim.



z
:
Girebilir miyim?



e
:
Pardon ya, tabiki. Gel. İçerisi biraz dağınık… Kusuruma bakma!



z
:
Lütfen! Önemli olmadığını biliyorsun.



e
:
Çay içer misin?



z
:
Harika olur. Dışarısı soğuk. Üşüdüm biraz.



e
:
Tamam. Sen otur, ben çayı getiriyorum. (Çayları getirir.) Bugün olanlar için özür dilerim.



z
:
Önemli değil.



e
:
Seni de bir başına bırakıp kaçtım ordan. Yaptığım tam anlamıyla aptallıktı. Ama anlıyorsun değil mi beni?



z
:
Elbette… Bu yüzden geldim buraya.



e
:
Yani?



z
:
Hissettiklerini çok merak ediyorum. Zihninde neler var? Bilmek istiyorum. Açıkça duymak istiyorum. Kalkıp gitmeler olmaz.



e
:
Çok zor. Bu kadarı çok zor...



z
:
Neden zor olsun ki?



e
:
Seni tanıyorum. Nasıl biri olduğunu, yaşama bakışını ve yaşayış biçimini… Ve kendimi de tanıyorum. Bu yüzden çok zor…



z
:
“Ben” konusunda zorluk çıkartan nedir? En azından bunu bilmek isterim.



e
:
Kendini seviyorsun. Çok ama çok seviyorsun. Evrenin merkezinde sen varsın ve diğer herşey senin çevrende, senin olmasını istediğin uzaklıktaki bir gezegen. Sen ne kadar ışık sunarsan onlar da o kadar aydınlanıyor. Sen hükmetmek istiyorsun. Seni sen yapan herşeye hemde… Bireyselliğine saygı duyuyorum. Keza ben de öyleyim. Ancak bu şekilde olmaz. Etrafında dönüp duran bilmem kaçıncı gezegen olmak istemiyorum ben. Yanında olmak istiyorum.



z
:
Evet gideceğim. Kendimi sürgüne yollayacağım.



e
:
Peki neden?



z
:
Tükeniyorum. Buralarda tükeniyorum. Bunun verdiği huzursuzluk beni daha çok bunaltıyor. Boşluk… Herşey bir anda kararıyor. Yaşamım… Bir sanat eseri olmasını istemiştim. Sonradan öğrendim; yaşam hiçbir zaman sanat eseri olamaz! Sanat, yaşamdan çalarak zamanı, kendini vareder. Bizler tükeniriz edebiyat içinde, felsefe, müzik, bilim içinde. Yalnız olmayı isteriz çünkü korktuğumuzu itiraf etmek zor gelir. Ağır bir iştir bu. An gelir ağlarız, an gelir yazarız, an gelir severiz, kimi zaman istemesek de… Bu sevgi daha çok korkutur bizi.



e
:
Ben korkmuyorum ama.



z
:
Sanat için kendinden vazgeçebilmeli insan. Kar taneleri erir zamanla sıcacık bir yaşamda.



e
:
Bıraktım ben artık kendimi. Ve yani, sanat dediğin şey nedir ki? “Sanat için kendinden vazgeçebilmeli bir insan.” Ne kadar ukala ve kendini beğenmiş bir tavır bu görmüyor musun? Sen nesin, kimsin? Ne yaşadın ki bu her şey bu kadar dert gibi geliyor sana? Çok küçüğüz biz. Görmek istemeyeceğimiz kadar küçük… Sanatmış! Neyin sanatı? Her gün insanlara lanet okuyarak, bir odaya kapanıp kendini yücelttiğin yazılar yazarak nasıl bir sanat eseri olabileceğini düşünüyorsun? Saçmalıyorsun. İkimiz de saçmalıyoruz. Bugün eve geldiğimde bunları düşündüm uzun uzun. Bakışlarımızda sevgi yok. Kimseye karşı bir damla sevgi yok.



z
:
Birbirimizi seviyoruz en azından.



e
:
Ne sevgisinden bahsediyorsun sen? Kendimizi çaresiz hissettiğimizde tutunacak her hangi bir eşya gibi kullanıyoruz birbirimizi. Bu konuda da kendimizi kandırmayalım. Aslında benim canımı yakıyor bu durum. Çünkü ben seni gerçekten sevmek istiyorum. Niye bu kadar bencilsin ki?



z
:
Bencil mi? Ben bunu bencillik olarak görmüyorum. İçimden ne geliyorsa onu yaşıyorum. Bu bencillik değil.



e
:
O kadar kör olmuşsun ki… Sadece kendini görüyor ve kendini seviyorsun. Sana göre senin dışındaki herkes ahmak ama sen çok akıllısın. Her şeyi sen bilirsin; diğerleri sadece kendilerini kandırırlar. Öyle değil mi? Burda bir aptal varsa o da benim. Niye senin gibi birisine kendimi açıyorum ki? Sen bana sadece acı verebilirsin. Hiç çekinmeden canımı yakarsın ve buna da “kendin olmak” dersin. Beni yalnız bırak. Çık git nereye gideceksen. İlgilenmiyorum artık.



z
:
Saçmalıyorsun. Niye gerildin bu kadar?



e
:
Defol.



z
:
(Sinirli bir şekilde) Pekala… Çok meraklısın zaten yalnız kalmaya. Gidiyorum. Sakın arama beni bir daha. (Evden çıkıp gider.)







            Bir süre sonra “z” bir şeylerin yolunda gitmediğini anlar. Yaşadığı şehri terkedeli 2 yıl olmuştur. Değişen hiçbir şey olmaz. Kendisine söylediği yalanlar canını yakmaya başlar. Kaçırdıklarını düşündükçe kendine olan nefreti artmaktadır.


*2006 sonbaharında öylesine yazdığım bir diyalog. Denk geldim.

renk

bir renk düşün içinde olmadığın sokaklarında yürümediğin söyle bana, bulabilir misin? aldığın nefesin sebebi olur mu? gözündeki bakışta...