26 Temmuz 2013 Cuma

öylesine

bir söz söylersin kendi halinde
tutku dolu akarsın
gözlerin ay parçası su içinde

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Durmak

Kaç yıl oldu düşünmeyeli? Zaman geçer mi düşünmeden? DÜşmeden yada? Defter sayfası, aç kollarını ben geldim!

Bir caz ve cazgır içinde, keyfe keder şiirler peşinde, sessizliğe inat kuru gürültüyle, kopan kıyamete karşı bir bardak suyun sahip olduğu dinginlikle... Bak yine saçmaladın sen. Olmadı yani! Beş dakika yalnız bırakmaya gelmiyor hemen bir şeyler düşünüyor (musun)!

Yaşadıklarını bir kez daha düşün defter sayfası! Bunun on yıl sonrası da var. Sen bir zamanlar bir yerlerdeydin. Şimdi de olduğun yerdesin; kanepede uzanmışsın, radyoda caz kanalını açmışsın (kendi halinde dantel) boş boş bakınıyorsun. İçin çok boş değil mi? Duruyorsun. Yani kelimenin temel anlamıyla duruyorsun. Durağan; olduğu hali koruyan... Baştan sona atalet! At ulan şunu üzerinden! Kendine gel, yapacak çok iş var.

Seninle sohbet etmeye başlayalı yaklaşık oniki yıl oldu defter sayfası ve eminim onca bahsi geçen konu içerisinde ortak olan bir nokta var: O da hiç bir şeyin değişmediği; hayatta bir cacık olmadığıdır. Dedim ya işte atalet! İnsanlar atletleri üzerinde kendi hayatlarındaki en güzide anları zaplarken, çocukları colukları yaşlarını göz yaşları içinde uğurlarken, ki bu ilk çıkan dişin şaşkınlığı, sokan arının iğnesinin sızısı yada geleceğini dehşetle izleyen bir ergenin saçmalayışları olabilir. Ama öte yandan bir şey olduğu da yok. Duruyor her şey.

DÜnya dönüyormuş! Yalan! Dünya dönseydi en azından bu kadar adam biraz hareketlenir bir işe yarardı. Kablo döşenecek yolları kazar, okunacak satırları okur, yazılması gerekenleri yazar, satılması gerekenleri satardı.Peki olan ne şimdi? "Ateşi olan var mı?" Var dayı gel!

Akünün suyunun boşalma belirtileri bunlar. Bak şimdi dönen dolaplara. Gir bir o dolaba da döndürsünler. Çıkınca doğru balerine! Ee bu kafayla atlı karıncaya da koşulmaz gibi. Olmaz yani... 

Sonuç olarak defter sayfası, jetonun var mı? Benim adamı yıktılar yere, geri sayıyor. Jeton lazım... INSERT COIN gerginliği bu zamanlar... Borç versene bir tane...

21 Temmuz 2013 Pazar

bir yalnız yalnız iken...

Sıcak bir yaz mevsiminin habercisiydi doğan güneş. Haziran sabahları böyle bir sıcağı benimseyememişti hiçbir zaman.

Pencereden odamın içine doğru sıyrılan güneş ışığı dayanılmaz bir bunaltı ortamı yaratmıştı içeride. Dayanamayıp kendimi yataktan dışarı attım. Banyoya gidip buz gibi suyla ödüllendirdim beni hiç yalnız bırakmayan bedenimi. Duştan sonra karar verdim ki kötü gözle bakmamak lazım gülümseyen sabahlara. Dışarı çıkıp şöyle bir dolaştım. Deniz kıyısındaki bir kafede oturdum; hafif bir kahvaltı yaptım. Her şey iyiydi, hoştu ama bazı şeyler farklı gibiydi. Gülümseyişim, yürüyüşüm, konuşurken seçtiğim kelimeler... Bana bir şeyler olmuştu, güzel bir şeyler.

Bunu fark ettiğim an daldı gözlerim uzaklara doğru, denizle gökyüzünün birbirine sıkıca sarıldığı kırılgan ufka... Bazı şeylerden kaçıp gelmiştim buralara. Kaçma ihtiyacı duymuş, yanlışlar yapmış ve kendimi yargılamıştım. Bunun sonunda da gerçekleri görmüştüm galiba ki artık değişmiştim. Bilinmeyen tepelerin ardı artık can ciğer dostlarımdı şimdi. Ve her şeyden önemlisi mutluydum.

Koşarak eve döndüm. Kitaplığıma aç köpekler gibi saldırarak eski günlüklerimi sakladığım yerden çıkardım. Bir fatih edasıyla açtım kapaklarını. Kendime söz vermiştim; geçmiş gerçekten geçmiş olunca zihnimde, dönüp dalga geçercesine çevirecektim bu günlüklerin sayfalarını. Bu sefer ben hükmedecektim onlara.

renk

bir renk düşün içinde olmadığın sokaklarında yürümediğin söyle bana, bulabilir misin? aldığın nefesin sebebi olur mu? gözündeki bakışta...