Defter Sayfasına Notlar - Dönüş

BÖLÜM I
Sahne

I.

Terkedilmiş bir oyun sahnesinde kendilerince eğlenmektedir ortaoyuncularının külleri. Bu bir operaya benzemez. Kendi halindeki insanların kalıplara giremeyecek kadar geniş sözcükleridir duydukların. Kendilerini sevdirmek için bir müziğe de ihtiyaç duymazlar. Ve hatta seyircisiz de mutlu olabilirler. Onlar zihin sahnesinin yegâne oyuncularıdır. Baktığın resimlerin renkleri, izlediğin filmlerin sonları, dinlediğin müziklerin notaları… Şimdi sıra sende! Derin bir nefes al ve kendini vur masaya! Bedeninden sıçrayan doku parçacılarını önemseme sakın. Onlar kalmalıdır geç kalanlar için anı olsun diye. Aynı zamanda bir düşünme fırsatı olacaktır onlar için: Burada bir canlı hücresi kendini yok edebilecek kadar kendi olabilmeyi başarmıştır!

Bir ses çıkar, derin derin inlesin karanlık! Boşluğu hisset teninde… Ellerin ile dokun havaya. Ciğerlerin hep yalan mutluluklar vermiştir sana. Parmakların gerçeği söyleyecektir; anlamsızlığı anlamlandıracaklardır. Edebi bir savaşa geri döneceksin, korkma bundan. Sen oyununu oyna ve alkış bekleme sakın! Eğer ki amacın bir alkış damlası yutmaktır, ölüp gitsen umurumda olmaz.

Tarihin sayfalarını oyna! Kendini anlatışın uzun sürmemeli! Çünkü bu tarih içindeki yerin o kadar küçüktür ki… Yaşamaya sebep sen! Salt bir var oluş olmamak için çabala. Acı çeken insanları oyna. Açlık içinde ölüp giden çocuklar ol. Cüzamlı bir kadın ol; kalbi sevgiliye duyulan aşk ile sıcak. Yaşlı bir maden işçisi ol ciğerleri kömür.

Coğrafi keşif yapma sakın! Beni kaybedersin o zaman. Bırak insanlar diledikleri gibi yaşasın.

Dumanlı odanı oyna. Belki de bir dekor olarak sen geçmelisin sanatçının arkasına ve kelimelerin oynamalı senin yerine. Evet, bu olmalı seninki… Sahip olduğun sanat bir sahne için yazılan sayfalardır. Sen bir oyuncu olamazsın. Ama bir sahne yaratıcısı olabilirsin.

Bir sahne hayal edersin içerisinden müzik fışkıran: Razon de vivir!

Keman sesini duyuyor musun? Seyirciler çığlık çığlığa! Evet! Bu sensin. Kaldır ellerini ve alkışla kendini… Başardın sonunda… Sen bir anlatımsın… Sen bir gösteri biçimi, sanat oluşumusun. Kendini duymaya başladın sonunda.

Kapının altından süzülen ışık seni anlatıyor bana. Kaçamak ama asi değil! Bu ünlem gayet yerinde oldu, alınma sakın. Bir uyarı niteliğindedir anlayabilirsen.

 
II. Diyalog


+ “Yine karanlık çekiyorsun ciğerlerine…”

- “Bu acı hoşuma gidiyor. Yalnızlığımı unutturuyor bana. Ne de olsa yazmak için yalnızlık ve acı gerekir.”

+ “Yaşamak için de bu acıyı arzu ediyormuşsun gibi bir hisse kapılıyorum.”

- “Haklı olabilirsin. Bunu ben de düşünüyorum zaman zaman. ‘Zayıflıyorum!’ diye düşünüyorum. Oysa gücünü yitiren ben değilim. Dışarıdaki dünya çürümeye başlamış yüzyıllar önce. Ve kokusu kendini daha bir derinden hissettiriyor.”

+ “Bunu çok önceden görmen gerekmez miydi? Karanlık müptelası ciğerlerin arasında bir bağlantı kuramadım.”

- “Her geçen gün daha çok umutsuzluk veriyor sokaktaki insanlar bana. Saçmalıyorlar attıkları her adımda ama haberleri yok. Bunu anlatmak çok zor bir iş... Çünkü dinlemiyorlar kimseyi. Sen de olmasan yalnızım. Aslında çoğu zaman seninle de yalnızım.”

+ “Varlığım sana tatmin vermiyor demek ki… Daha fazlasını istiyorsundur belki. Benim sana sunduklarım senin zihninde kurduklarının ne kadarını karşılar bilemiyorum ama ben mutluyum seni hissetmekten.”

- “Ben mutsuzluktan bahsetmiyorum. Anlatmak istediğim insanın her şekilde yalnız olacağı. Beynimin içinde dolanan her melodiyi duyamazsın; ben sana ne kadarını sunarsam o kadarını özümseyebilirsin. Sana bu melodileri sunmak istemiyorum çoğu zaman. Notalarımın keşfedilmesi fikri beni korkutuyor.”

+ “Yersiz bir korku bu… Bu zamana kadar sana içindeki melodileri özgürce haykırabileceğin duygusunu veremediysem, bir karmaşa var demektir ortada. Peki, ne zamandan beri var bu suskunluk sende?”

- “Çok uzun zamandır. Yaklaşık olarak yedi aydır. Oh, böyle söyleyince çok garip hissettim. Aslında çok uzun bir işkence olmuş. Uzun süren bir suskunluk… Zihinsel bir kürek mahkûmiyeti gibi… Çıldırmış olmalıyım. Yoksa niye mazoşist davranışlarda bulunayım ki? İçimdeki Sade mı uyanıyor acaba…”

+ “Saçmalama. Seni tanıyorum. Öyle olmadığını biliyorum ama değişmediğini de söyleyemem. Bir garipseme oluyorsun her gece gözlerimde. Saçların, bakışların, kullandığın kelimeler, hepsi değişmeye başladı. Yıpranıyorsun.”

- “Bunu duymak güzel… Yıpranmak güzel şey…”

+ Ama boşu boşuna, hiçbir amacı olmadan hayır! Oyun oynamak seninkisi!”

- “Ne içtin bu akşam sen? Zihnimdeki kelimeleri okuyamadığını söyledim sana. Beni tanıyamazsın artık, bunu unutma… Değiştim ben… Eskisi gibi değilim.”

+ “Olmanı çok isterdim”

- “Olmamak için elimden geleni yapacağım. Bu arada sen de kendine bir çıkış yolu hazırlasan iyi olur. Nefes alışın bile rahatsız etmeye başladı bu gece. Belki de kendini asmalısın.”

+ “Ne dediğinin farkında mısın sen?”

- “Peki, sen benim ne yaptığımın farkında mısın?”

+ “Hayır… Bir şey anlatmıyorsun ki!”

- “Aşırı dozda çekerdim seni ciğerlerime bir zamanlar. Ama artık esrar çekiyorum, zehiri en bol olanından… Bedenimin kaskatı kesilmesine çok az bir zaman kaldı. Sen de rahatlarsın belki… Ama dediğim gibi, çıkış yolunu hazırla… Yaşam her geçen gün daha çok kan emici oluyor. Her gün yüzüne gülerek seni becermeleri hoşuna gidiyor olamaz.”

+ “Belki de gidiyordur. Ben de değişmiş olamaz mıyım?”

- “Haha! Kendini nasıl da avutabiliyorsun. Bitmişsin sen artık! Ben gidiyorum. Seni de bu lanetlenmişliğinle baş başa bırakıyorum. Git ve diğerlerinin istediği her şeyi ol! Her türlü fantezi de kukla ol! Ama unutma, bir sokak fahişesi senden daha değerli olacaktır benim için…”

III. Fahişe

Kime ait olduğunun farkındasın. Ona dokunmak için can atıyorsun ama kıyamıyorsun aynı zamanda. İnsanların senin ne büyük bir erdeme sahip olduğunu anlamaları çok uzun bir zaman alır. Çünkü onlar kendi lanetlenmişliklerinin içinde bireysel narsisliklerini kurmaya çabalamaktadırlar. İşin en acınılası yanı ise bunu bile başaramamış olmaları! Sen çok değerlisin, onlar sadece hiçler!

Seni sadece bir et parçası olarak görüyorlar. Ben nasıl bu defter sayfasını sürekli olarak aşağılıyorsam, onlar da seni aşağılıyorlar, küçük görüyorlar. Ancak bu benzerlik sadece biçimseldir. Çünkü benim kullandığım cümlelerin yapıcı sonuçları vardır. Oysa onların sana söyledikleri sadece uçucu kelimelerden oluşur ve bir sonraki güne kalmazlar. Ama eminim ki içinde yaraların vardır. Çocukların için gözyaşların vardır; hiç olmayan çocukların için! Dokunmayı özlediğin bir benden vardır; senden habersizdir uzaklarda.

Satın alınmış gecelerin sevişmelerisin sen! Genel kanı bu yönde… Ama ben daha fazlası olduğunu biliyorum. Senin yaşam biçimin birilerinin ahmaklığının sonucudur. Ve kimse bilmez ki toplum yaşamının direği sensin. Kendini beğenmiş kadınların sahip olduğu yasal orospuluk duygularının çürüttüğü yaşamlara sevgi sunan sensin. Kimisi sırf aşağılamak için gelir yanına. Çünkü kendisinde eksik olan gururu sende görmüştür ve bundan rahatsız olmaktadır.

Senin evin dağ başında, bahçeli bir kulübe olmalıydı. Senin yerine yaşama biçimini seçenler seni çöp kutularından daha kötü bir yere attılar. Onlara karşı gerekli savaş yapılmalı, bunu sen de biliyorsun. O halde, niye isyanını bir toplumsal çığlık haline getirmiyorsun! Ayağa kalk ve koşmaya başla!

IV.

Hava oldukça dalgalı… Sahip olduğun erdemler ise küf tutma yolunda… Kendini kaybedişinin ilk ışıkları bunlar. Dikkatli ola ve çeki düzen vermeye başla kendine.

İnsanların sana acıyıp yardım edeceğini mi düşünüyorsun? Onlar, kendileri dışında hiçbir nesneye (canlıları da birer obje olarak aldım çünkü canlı cansız hepsi aynıdır onlar için) değer vermezler, gelecek kurmazlar. Sadece ve sadece kendi egoları üzerinde kurdukları bir imparatorluk hayal ederler. Ama hep hayal ederler. İşte sorun tam da burada! Çünkü ortaya koyamayacakları bir şeyi hayal ettiklerinden ötürü yıkıcı olurlar hep. Karşılarına çıkan her türlü bireye saldırırlar.

Peki, nasıl bir saldırı olur bu? “İçten pazarlıklı” sıfatını duydun mu hiç? Eminim ki duymuşsundur. Duymamış olsan bile yaşamışsındır. Çünkü seni arkandan vurmuş birisi olmuştur geçmişinde. Böyle durumları yadırgamamalısın. İnsanlığın normal çizgisi budur. Bizler sapmalarız; bizler azınlıklarız. Siyasi anlamda kullanılan azınlıklar ile karıştırma sakın! Bizimkisi tüm insanlığı hesaba kattığında karşına çıkacak korkunç bir durum… Takım elbiseli yaratıklar karşımızda oyun oynuyor ve biz sadece izliyoruz. Başka da bir şey yapamayız çünkü sayımız o kadar az ki… Gözyaşları içinde izliyoruz zulümleri, ölümleri, işkenceleri…

Senaryolar kimler tarafından yazılıyor bilinmez ama bizim bilet için para ödediğimiz ve oyuncuların eline verilen silahlara destekleyici olduğumuz kesin. Ödediğin her kabullenmişlik sana açlık, sefalet ve gözyaşı olarak geri dönecektir; bunu unutma!


Bireyin her türlüsü olur mu? Ya da bireyin “türlü”sü olur mu? Birey dediğimiz kavram kendi anlamını birkaç farklı şekilde yaşar mı?

İnsan insandır. Ama birey farklıdır. Birey olabildiğini sananlar, birey olma çabasında olup da olduğunu düşünenler ve birey olanlar tarafından oluşmuş bir kadro… İşte oyuncular bunlar… Tanımak ister misin?

Birey olmayı başarmış birisi, diğer insanların birey olma yollarını açar, asla tıkamaz onları. İnsanların birey olabilmeleri için yaşamaya devam etmeleri gerekir. Yani, kişinin yaşam hakkını sonuna kadar savunması ve ölüm getiren her türlü olguyu dışlaması gerekir. Aksi şekilde davranan kişiler (böyle insanlar olduğu için “bireyin her türlüsü olur mu?” sorusunu çıkarıp sunuyorum sana) kendilerine birey diyemezler. Hatta ki aşağılansalar yeridir. Sen ne düşünüyorsun bu konuda bilmiyorum ve hatta düşüncelerine de kuşku ile bakıyorum, ama yapılması gereken gözlem ve gözlem sonrası ortaya konan durum analizi bu olmalıdır. İnsanların gözlerine baktığında sahip oldukları boşluğu ve bu boşluğu doldurmayı istememe isteğini göreceksin. Kafalarını kesip içine baksan tütün bahçesi çıkar içinden; ama asla çağlayan bir bilgi şelalesi göremezsin.

Şimdi, en başta anlatmaya başladığım oyunculardan uzaklaştık değil mi? İşte sana çok güzel bir sorun daha. Otur ve bunun için ağla! Çünkü ilk satırlarla anlatılan oyuncular ve sahneler birer yalnızlık türküsü söyler kendilerince ve hep kişilerin kalplerinde kalır var oluşları. Ama hep bir umut taşınır zihinde; yalnızlık oyuncuları elbet kendilerine daha kaliteli seyirciler bulacaklardır duvarlardan başka…


BÖLÜM II
Şair

I. Kara

sevgiliye sunulan bir çiçek neler anlatır
uçan bir martının gözleri ile görmeden aşkı

sokakta bakımsız bir kedi özlüyor sevişmeyi
tüyleriyle hissettiği bir bedene özlem ile
ağlamaklıdır bakışları boncuk boncuk

cümleler akıyor mazgallara sokaklarda
anılar buhar olup uçuyor mısra mısra
şair dokusu siliniyor duvarlardan
yalnızlık ve mum kokusu sarıyor dört bir yanı

kalemim bir intihar halidir geceleri
damarlarından dökülen kelimeler karın ağrısıdır

II. Hermetik

ı. elimi tutmuş şiir yaz diyor bana... belli ki içmiş votkasını yine gece vakti umarsız...tarih sayfalarından fırlamışlık kokuyor elleri; bir cinayetin boşrol oyuncusu...ölüm kokusu ve yaşam dokusu...

ıı. bombalar atılmış şehrin sokaklarına... insanlar cumhuriyet yürümektedir sokaklarda... küçük bir çocuk balonuna sarılmış öldüresiye... papatyalar ağlamaktadır beyler; siz tüzüklerle güreş tutun

ııı. bir köpek balığı yalnızlığı odamın içi... elimde tasmam önümde anahtarı... kapılar açılmıyor be güzelim; vizite çok fazla...

ıv. yatağımda uzanıyor her gece birisi... sarılıyor bana saçları dalgalı... tut elimi şiir yazalım diyor... teni kırılgan, ayna gibi...
v. kaybolmalı herkes dağlardan önce...

vı. bir fetişizm sancısı olmalı bu durmak bilmeyen çığlık yan duvarda... belki de duman önsezisi derinden... çöl yollarında kayıp firavun, ağlasın dursun şimdi,prangalı eller gözlerini oymadığı için hayali...seyreyle sen mısralarını hayatın...

III. Şizofren

Başımda bir uyuşma var... Anlamıyorum niye? Beynimin arka tarafı karıncalanıyor; hafiften de dengem kayboluyor... Düşüncelere daldım yine gereksizce...

Edebiyatı özledim... Uzun bir aradan sonra geçenlerde görüştük kendisiyle... O kadar özlemişim ki kendisini... İçimden neler kopardı neler! Kağıt üzerinde seken kalem sesi ne güzel şeymiş; kendini özletirmiş kerata...

Ama şunu unutuyorum gibi; yaşamın açık şekli benim sürünüş biçimime uymuyor. Bu demek oluyor ki ben kendime bir çeki düzen vermeliyim. Ne o öyle saç baş birbirine girmiş! Bir tıraş mı olsam acaba? Yok, yok bu güzel. Bana doğru uyuz uyuz bakan şu notlarını yakmak istiyorum.

"Muhittin çay getir!" diye bağırdım içeriye doğru. Muhittin diye biri yok ama oralarda. Sadece bağırdım. Aklımı kaçırıyorum galiba. Ya baksana bir, ben niye böyle yazmaya başladım şimdi? Absürt bir yaşam olsam ne olur acaba? Yakışır mı bana? Ama sanki paçalarını yaptırmak gerekir. Yoksa mahvolur, erir gide paçalar...

En iyisi mi ben bırakayım bu işleri de bir şeyler karalayayım. Yoksa olmayacak, bu gece de uyumayı başaramayacağım.

Gözlerim yanıyor...

Biri kaplumbağa alsın bana... Hediye etsin, ben de onu besleyeyim. Çok iyi bakarım ona. Gayet ciddiyim. Kaplumbağa istiyorum. Kelebek de olabilir. Ben kıyamıyorum tutmaya, tutabilen biri getirsin. O dokununca anlamı kalmaz kelebek kanatlarının; renkleri solar.

"Çay nerde kaldı?"

Çay kalmadı demlikte. Kalemin mürekkebi bitmiyor ama. Tükenen bir tükenmez kalem olma durumunu ben kaldıramazdım herhalde. Adı "İffet" olup "orospuluk" yapmak gibi bir şey herhalde... Ama orospuluk kötü bir şey değil ki... Aslında orospularda şefkat arayıp, daha sonra bunu inkâr edercesine ağız dolusu küfür kusan hakiki orospu çocuklarını aşağılamak lazım. Bunu düşünmek erdemli olmanın yarısıdır.

Küçüğüm benim, bir tanem! Yatıp uyusana sen! Nereden çıkarıyorsun böyle şeyleri. Yalnızlık kokan sözcükler bunlar. Sen git yat, uyu. Rüyanda yaşarsın umutlarını. Haydi, canım haydi uyu.

IV.

Ömrünün sayfalarını karaladın hep. Eline kalemi her aldığında, başka bir sen can buluyor gözlerinde. Çok ağır bir iş bu…

Kelimelerle sevişirsin, anılarını tekrar yaşayıp mutlu olursun sevdiklerin yanında olmadığı zaman; sevdiğin kadına doyasıya sarılamadığın anlarda… İçindeki özlem belki de seni yazmaya zorlayan. Vücutların arasına mesafeler girince tuz tadında damlalar sarıyor kirpikleri.

Sevgilinin kokusu ile dolduramıyorsun damarlarını. Dokunuşlarında hep bir yalnızlık… Umut dolu bakışlarla izliyorsun gün batımlarını; sonraki güne doğuyor hayallerin. Sabah gözünü açtığında yine aynı sessizliğe gömülüyorsun. İçinden geçen acılı cümleler… Bir kürek mahkûmiyetini bu yalnızlığa tercih ederdin…

Dolanıp dursan ne fayda sokaklarda… Başıboş kalmış ve dizginlenmesi gereken bir sızıntı var yüreğinde…

Aslında senin eline yakışıyor kalem. Bir şekilde o olmadan da seni tamamlamak zor. Sevdiğinin bakışları olmadan da bir bütünlük teşkil edemiyorsun; bu ayrı bir konudur.

İşportada umutlarını satar şairler çoğu zaman! O kadar çaresiz kalırlar ki bazen nefes almak için bir gerekçe bulmakta… Kalemin kör bakışıdır bu olsa olsa. Çünkü yaşam bu kadar ucuza gidecek kadar kalitesiz değil…

V.

Kılıç kuşanmış düşlerinle dörtnala bir yolculuğa çıkmak nasıl bir duygu? Peşinde seni izleyen kelimelerin… Hemen karşındaki tepenin ardında ise umutların…

Sana karşı esen rüzgâr saçlarını dalgalandırıyor. Yüzünde soğuk bir tokat gibi her esinti…

Kim olduğunu haykırsan da insanların yüzlerine onlar sana sadece yalnızlık verebilir. Seni anlamalarını bekleyemezsin. Asıl görmen gereken nokta; eğer onlar seni anlasalardı, sen, sen olmazdın. Sahip olduğun “yaratabilirlik” özelliğini istesen de istemesen de onlara borçlusun. Tabiî ki bu tamamen bir teslimiyetçilik değil… Senin konumunda olmayı başaramamış milyonlarca insan var sokaklarda. Sen olabilmek büyük bir başarıdır.

Kafanın karıştığını hissediyorum. Karışmasın sakın. Bir bardak çayın yanında aperatif olarak alabilirsin söylediklerimi: Sana her zaman eşlik etmekten ve akşamüstü sohbetlerine katılmaktan keyif alacaklardır. Eminim ki sen de ileride bu cümleleri yan yana koyduğunda içlerinde gizli anlamı çıkartabileceksin. Yoksa bu sohbetler boşa gitmiş olacaktır. Kurulan cümleler ziyandan öte gitmeyecektir.

VI. Opera

Mısralarından şaşmış bir oyun yazıyorsun zihninde. Sözcük sözcük dökülüyorsun sahneye. Hayalini kurduğun yaşamın, seyircilerin gözlerinde can buluyor. Kurguladığın “seni” sevdiğinde seyirciler mutlu oluyorsun. Bugünü yalan bir var oluşa sürüklüyorsun.

Her perdenin mürekkebi bulaşmış ellerine. Olmak istediğin sen ve solumak istediğin tarih… Kalem senin elindeyken senden güçlüsü olamaz kağıtlar karşısında. İçindeki şair dokun ile birlikte harmanladığın insancıllık seni bu noktaya getiren.

İnsanların gözleri kamaşmış durumda. Birçoğu seni hayranlıkla izliyor, kimisi delice kıskanıyor. Seni öldürmek isteyenlerin de olduğunu söylemek delilik olmayacaktır.

Ve derken ılık bir keman sesi duyulur sahneden…

Kollarını açmış bana doğru süzülen gelecek, sen benimsin! Kimlerin seni sardığı umurumda değil. Şu an kimin kollarında olmak istediğin beni yolumdan çevirmeye yetmeyecektir. Sana sahip olacağım. Tarihin sayfalarına seninle yazacağım adımı. Sokakta anlamsızca yürüyen (sadece ve sadece yürüyen) insanlar bana yalvaracaklar onları anlamam için; mısralarımın kapısını onlara açmam için. Ben yalnız bir var oluşum. Hep öyle kalmayı ölüm pahasına tercih ederim. Gerekirse savaşırım. Ben benim! Benzerimi bulmaya çalışanları da ahmaklıkla, hatta küstahlıkla suçlarım! Siz de kim oluyorsunuz yaşamın kurumuş yaprakları! Sizin devriniz kapandı. Artık eli mürekkep lekesi olmuş, karanlık köşelerde yıllarca yaşama çabasında kendini yitirmenin kıyısından dönen şairler ayaklanıyor!

Lanetlenmiş kalabalıklar! Gözleriniz o kadar körelmiş ki, üzerine bastığınız papatyaların kokusundan bile yoksun kalmışsınız. Beyaz bir perde gibi dalgalanırdı oysa onlar kırlarda. Sizler yüzyılların katillerisiniz!

Koro hiç acımadan haykırır lanetini…

Döktüğün kanların içinde boğulmalısın
Sen, çocuk rüyaları çalan gece olunca
Gözyaşları ile beslenen zihnin
Bir tükeniş içinde kıvranmakta
Kanser olmuş bedenin çürümekte
Yok oluyorsun!
Ölüyorsun!
Acı içinde, kanlar içinde ve çaresiz, sen…

İkinci perdeyi bekleyecekler mi sence? O kadar aşağılamadan sonra egonun yükselişini görmek için sabırsızca bekleşirler mi?

Ama sen kimseyi takmayacaksın, bunu biliyorum. Durma, hayatının peşinden koş!

VII.

Ey güzel kadın! Sana güzelliğini anlatabilmek için şair oldum ben. Sen çok uzak ülkelerde olsan bile içimde titreyen melodi senin için yazılmış bir oyun. Sahnedekiler ise yalnızlığım ve ben…

Gel! Elimi tut ve sarıl bana! Kokuna bulanmanın tadını özledim. Her gece boş yatağıma bakıp derin nefes çekmek can yakıyor. Hemen yanı başımdaki sıcacık beden yok. Bakışlarındaki ışık ile bana yaşama sevinci veren sen, şimdi çok uzaklardasın. Sen benden ne kadar uzakta isen yaşam da bana o kadar uzak. Mesafeler tükenmemek için vardır. Ama bu bitmeli.

Sevgilim, dudaklarındaki tutkuyu ver bana! Sevişirken gülümseyen yüzündeki o saflığı bağışla bana! Teninden bir damla içebilmeliyim. Ömrümü adayabilirim saçlarında bir kez parmaklarımı gezindirmek için.

Kahreden bu karanlık bitmeli artık. Saçlarında dalga dalga boğulabilirim eğer istersen. Sen dilediğinde kapanabilirim ayaklarına; yalvarmak için yüzüme bir kez olsun dokun diye…

Sokaklara haykırmak faydasız… Seni içimde saklıyorum her an. Soğuk esen gece rüzgarı alıp götürmesin hayali de olsa aromasını göğsünden almış bu sıcak rüyayı. Kim direnebilir ki bu aşkın önünde? Elimde kelimeler ile ben çıkmışken evrenin karşısına, kim dur diyebilir adımlarıma?

Hayatımı yüklendim geliyorum dokuna…

 
BÖLÜM III
Gece

I.


Kalemin mürekkebi olur yalnızlığın. Akarsın kelimeler boyunca. Peki, ister misin çağlayarak tükenmeyi?

Yazık olmuştur insanlara hep. Yanlış anlaşılma olmasın, gece boyu yazan ve daha sonra unutulmaya yüz tutan insanlar benim sözünü ettiklerim. O kervana bir deve de sen mi eklemek istiyorsun? Yolun açık olsun.

Kendini düş patikalarına vurursun yalnızlıktan. Geleceğe uzanır ellerin. Doğmamış güneşlere umutlar yeşertirsin. Oysa henüz yıldızların hakimiyeti vardır. Bunu göre göre yakarsın canını. Ayakların yere basmalı biraz. Yoksa ömür uzun, canın çok yanar.

II.

sana mısralarımı sunuyorum
istersen bir kan damlası olarak gör
istersen bir kağıt parçası de, yırt, yak...

amatör bir yaşamın huzurunu duymak
istemsizce değildir geceye doğru
yalnızlığın körpe karanlığında
kaleminle yaşadığın erotizm
sanatına doğan bir güneş gibi
ısıtır ellerini, kamaştırır yüreğini

umut için açılır gözler
aşk dolu bakışlara hasret
ılık bir meltem gibi eser,
bedenini sarar,
tutkularını alevlendirir
duvarlara yazdığın kadınlar
resimlerin yanmış kokusu anlatır seni

ağaçların yeşil bir teni olmaz hiç
hayalleri ile uzanırlar gökkuşağına
hayat buldukları renk
yabancıdır yaşlarına
zihinlerindeki acı tanıdıktır sana

kağıt parçası olmamalı düşler
bir yudumda asla içilemez kelimeler, mısralar
ama sen tut kalemini ve yaz
onlar silse bile
sen yaz...

yazdıkların kadar yaşa
yazamadıklarınla öl...

III.

Yaşam nedir? Nefes almak ne içindir? Attığımız adımlar ne kadar profesyonel olsalar da anlamlı mıdır?

Basit sorular bunlar defter sayfası. Sakın dert yanma zor oldukları üzerine. Ne kadar istekli olsan da kaçamazsın yaşadığın hayatın felsefesinden. Soğuk bir günde, üzerinde ceketin, elinde kalemin ve kağıdın, bir kaldırım kenarına oturup, önünden uçup giden insanları yaşamak istemez miydin? Karaladığın kelimeler ısıtırdı içini. Yaşamın mekanik gerçekliği daha az acıtırdı.

Kapıyı vurup gidebilmek ne güzel olurdu karanlık sokaklara doğru. Ardına baktığında gördüğün geçmişin...

IV.

Sona geldi anılar. Öyle bir koku kopup gidiyor ki buralardan, çok şey yazılabilir olanlar hakkında. Peki, yazar mısın defter sayfası? Eline alır mısın kalemi?

İçin yanıyor olacak çoğu zaman. Akşam yemek yerken hep özleyeceksin bir çift gözün sana sevgi dolu bakışını. Gece yatağa yattığında üşüyeceksin. Uyandığında yalnızlıktan titreyeceksin. Ama zaman akıyor olacak. Sen yaşlanacaksın. Arkana dönüp baktığında güzel cevabı olan sorular sormak isteyeceksin kendine. Cevapların güzelliği senin kendin olabilmişliğine bağlı olacak.

İnsanların acıları hiç dinmez. Senin de dinmeyecek. Aldanışların olur. Bu elbette tek muhtemel yol değil ama aksini yapman beni mutlu edecektir. Sana sarılacak gerçekler de olacaktır. Onları yalnız bırakma, sahip çık onlara. Nefes alırken nelerle var olacaksın kim bilir?

Karanlık içinde yazarlığın ayaklanacak bazı bazı. Hatta çoğu zaman hiç beklemediğin kadar sık.

 
BÖLÜM IV
Dijon’a Mektuplar

I.


Kendimi düşünüyorum, çoğu zaman yaptığım gibi. Alında şu anki durumumu anlaman için “Paganini-Violin Sonata No 6”yı dinlemeni isterdim. Hatta defalarca ve defalarca dinle onu; bu satırları okurken bile. Çünkü ben dinliyorum, şu an belki de ellinci kez bu gece.

Kendimi dinliyorum. İnsanları, sokakların şarkılarını, arabaların hep bir ağızdan okudukları aryaları, oynanan sokak tiyatrolarını… Kendimi özledim. Sevgililerime o kadar çok sevgi sundum ki içimden, şimdi kendime sarılamıyorum sıcacık. Bazı bazı böyle müzik dinlerken işte, oturup ağlıyorum kendi halime bir tek damla dökmeksizin. Böyle anlarda konuşabileceğim birisi olsun istiyorum yanımda; olmuyor, olamıyor. Belki sen de sıkılıyorsundur şu an bu satırları okumaktan. Olamaz mı? Olabilir elbette.

II.

Gürültüler hiç eksik olmadılar. Belki de bir arayışın habercisi olarak hep var olmak zorundalar. Ya da ben artık deliriyorum; her olgudan veya olaydan bir şeyler çıkarmalıymışım gibi geliyor. Keşke çocuksu bir bilgisizliğim olsa. Bilmediğim her şeyi o kadar rahat sorabilirdim ki. Daha da güzeli, herkes duymak istediğim cevabı verirdi bana. Bir kutu çikolata hediye edilmiş gibi.

Her geçen gün kırılganlaşıyorum ve bu beni korkutuyor.

III.

Sana yazabiliyor olmak güzel bir şey. Çünkü şu an, tam da şu an, konuşmaya çok ihtiyacım var. Ev arkadaşım uyuyor; onu uyandırmak istemiyorum. Herhangi başka birini aramak da istemiyorum. Tatmin edici değil.

Bu sıkıtlılarımın belki de en önemli sebebi içimde bir birikmişlik oluşu. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istediğim çok an oldu. Ama ağlamadım. Vücut da bir yere kadar… Babam arayıp iki tane şarkı dinletti. Bunlardan ilki, daha önceleri ne zaman dinlesem gözlerimi sulandıran, içimi burkan bir türkü: Zülfü Livaneli’nin “Neylersin” isimli türküsünün pek de iyi anıları yok. Ne var ki ağlayamadım. Bu yüzden sürekli ama sürekli yazıyorum. Konu fark etiğim kadarıyla narsisime kayıyor. Olsun, bu da geçer elbet.

Şunu yazmadan geçemeyeceğim; Fransa adresini yapışkan kağıda yazıp masamın karşısına, duvara yapıştırdım. Sürekli karşımda. Konuşmak istediğim zamanlarda sana bir şeyler yazıyorum. Ne zaman gönderebilirim bunları bilmiyorum ama yazmak iyi geliyor. Rahatlatıyor biraz. Daha sonra birkaç sayfa roman okuyorum. Kendime rastlasam, yine yüzüm asılıyor ve uzun uzun duvara bakıyorum, düşünüyorum. Odamın içerisinde birkaç tur atıyorum. Ara ara davulumu seviyorum. Güzel cümleler söylüyorum ona. O da bana cevap veriyor: “Woof”

IV.

öylesine düşler kuruyoruz
boş bira şişelerinin dibinde
çiçeklerimiz soluyor hayata
sevgili yakarken şiirlerimizi

V.

sigara dumanına yağmur bulaşmış
hep hayali kurulan anlaşılmışlıkla
sadece rüyalar için harcanmış çabalar
bunu anladım

Norah Jones dinlemeyi sever misin? Ben çok severim. Bütün gün O’nun şarkılarını dinleyerek geçirebilirim. Dolayısıyla hayal kurarak, düşünerek… Böyle mutlu olabilirim. Ancak benim hayal kurma şeklim biraz farklı. Ben, geçmiş üzerine kurarım hayallerimi ve yalan bugünlerle mutlu olurum. Bunun başka bir çeşidine de “kendini kandırmak” diyoruz. Zira gelecek için kurmuyorum ben. Çünkü gelecek için emek harcayıp kurtarabilirim onu. Ama geçmiş için sadece hayal kurulabilir. Onu değiştirmek imkansızdır. Farklı bir bakış açısı olsa gerek. Ama eminim benim gibi düşünenler de vardır.

On beş dakika sonra benim doğum günüm. Pek umursamasam da bu sefer diğerlerinden farklı…

VI.

Ellerini duvarlara sürüyerek yürüyen insan görüntüsü… Kişilerın kendilerini paylaşma isteklerini ama yalnızlıktan çaresiz kalışlarını anlatmak için kullanılır çoğu kez. Bugün kendi kendime oynadım o sahneyi bizim evin koridorunda ve sonra gülmekten kendimi alamadım. Kendimi zora soktuğumu farkettim çünkü.

O kadar kişi varken etrafımda bir şekilde anlatamıyorum kendimi. Sorunun bende olduğunu düşünerek ve yine bu konuyu sohbet edercesine yaşamak istediğim için yine ve yine yazıyorum sana.

Şimdi orda olsaydım yanında, Dijon’da, oturur içerdik kahvelerimizi. Bir süre sonra sohbet bulutları sarardı etrafımızı. Hatırlıyorum da oldukça keyifli sohbetlerimiz olurdu seninle eskiden. Zaman geçiyor.

Sonra çıkardık dışarı, yürürdük ve yürürdük. Sokaktaki insanlara bakardık. Sonra yeniden yürürdük. Bu arada kelimeler susmuyor.

Akşam olunca güzel bir yemek yerdik. Beşamel soslu mantarlı tavuk, elma dilimli patates kızartması, bir iki haşlanmış brokoli ve beyaz şarap… Gün batımlarından konuşurduk. Konuşurken farkederdik insanlar da güneş gibi gömülürler ufukta her gün en az bir defa. Lacivertleşen gökyüzünü izleyerek hayaller kurardık.

Saat ilerlediğinde sana eşlik ederdim kaldığın yere kadar. Ben bir içki alırdım; sen geceliğini giyerdin. Yatırırdım seni yatağına, yanağına bir öpücük kondurup “Tatlı rüyalar ufaklık!” derdim. İçkimi bitirdikten sonra çıkardım karanlık sokaklara. Bir salıncak bulur sallanırdım sabaha kadar. Hayaller içinde hayal olurdum.

Şu an burdayım ama odamın içinde. Saat kaç olmuş! Sen zaten tatlı tatlı rüyalar görüyorsundur şimdi. Sıra bende… Benim de uyumam lazım. Yapılacak çok iş var. Bu yıl okul yoruyor. Bir de ben kendime iş çıkarınca daha bir ağır oluyor.

lacivert içinde lacivert gece
hece hece kumsal kumsal
ama bak bir martılara
köpük köpük rüzgar rüzgar


Koralp Arslan


renk

bir renk düşün içinde olmadığın sokaklarında yürümediğin söyle bana, bulabilir misin? aldığın nefesin sebebi olur mu? gözündeki bakışta...