25 Kasım 2012 Pazar

Derin


Fotoğraf: Aybars Noyan Turgutalp

Yeniden

Defter sayfası merhaba… Beni unutmuş olabileceğini düşünerek birkaç hatırlatma yapmak istiyorum:

Sevgili defter sayfası, sana bunları yazarken içimdeki salt yalnızlığı anladığını düşünüyorum. Şöyle bir kaşı saçlarını ve gör: neden hep sana geliyorum bir şeylere cevap ararken ya da kendi benliğimi yalanlarken?

Ayağa kalk. Silkele kendini; üzerindeki önyargılar yere dökülsün. Rahat bir şeyler giy ve dışarı çık. Yanına biraz da umut almayı unutma. Tembelliğin ayaklanınca içinde, umut etmek isteyeceksin.

Bana yaklaşık olarak bir ömür uzaktasın…
Aslını sorarsan bu duruma somut karşılıklar bulamıyorum; bulmayı da pek istemiyorum. Canımı yakar biliyorum. Senden uzakta kalmak en iyisi belki de. Sanırım hep bu küçük notlarda dokunabileceğim sana.

Kendin olmak istediğinde, çoğu zaman, şüphe duyarsın yaptıklarından. Böyle yapma! Sen her şeysin, unuttun mu?

Doğunun en yüksek tepesine çık ve dünyayı izle... Güneşi izle, doğarken ve batarken. Bulutları ezber et, rüzgârlar onları sürüklerken. Ne yazık ki onlar insanın gerçeğidir. Çaresizliğin en büyük göstergesidir. Acizliğini gör ve ağla haline.

Tarihin sayfalarını oyna! Kendini anlatışın uzun sürmemeli! Çünkü bu tarih içindeki yerin o kadar küçüktür ki… Yaşamaya sebep sen! Salt bir var oluş olmamak için çabala. Acı çeken insanları oyna. Açlık içinde ölüp giden çocuklar ol. Cüzamlı bir kadın ol; kalbi sevgiliye duyulan aşk ile sıcak. Yaşlı bir maden işçisi ol ciğerleri kömür.
 
Kime ait olduğunun farkındasın. Ona dokunmak için can atıyorsun ama kıyamıyorsun aynı zamanda. İnsanların senin ne büyük bir erdeme sahip olduğunu anlamaları çok uzun bir zaman alır. Çünkü onlar kendi lanetlenmişliklerinin içinde bireysel narsisliklerini kurmaya çabalamaktadırlar. İşin en acınılası yanı ise bunu bile başaramamış olmaları! Sen çok değerlisin, onlar sadece hiçler!

elimi tutmuş şiir yaz diyor bana...  belli ki içmiş votkasını yine gece vakti umarsız... tarih sayfalarından fırlamışlık kokuyor elleri; bir cinayetin boş rol oyuncusu... ölüm kokusu ve yaşam dokusu...

Ömrünün sayfalarını karaladın hep. Eline kalemi her aldığında, başka bir sen can buluyor gözlerinde. Çok ağır bir iş bu…

Umarım yardımcı olabilmişimdir. 

İnsanlar değişmiyor defter sayfası. Eşek kadar olsa da aynı kalıyor. Öğrenemiyorlar; öğrenmek gibi bir niyetleri de yok. Düşündüklerini, savunduklarını yerle bir eden bir söz, bir cümle, bir tez her ne çıkarsa çıksın karşılarına umarsızca, akılsızca ve hatta utanmadan, yüzleri kızarmadan inkâr ediyorlar. Sona doğru yine kendileri üzülüyorlar, yaşadıkları ve yaşayamadıkları için. Üzülmek ama nasıl üzülmek… O konuda bile yüzsüzlük diz boyu. Kendilerine bakmadan, geçmişlerini sorgulamadan, karşılarına kim çıkarsa onu suçlayarak, yargılayarak… Böylelikle kendi günahlarından arındıklarını sanıyorlar. İşe yarıyor olmalı ki gerçekten rahatlıyorlar. Anlamsızca ölen her insanın, acımasızca ve yalnız geçen her ömrün sebeplerinden birisi olduklarını unutuyorlar.

Senin anlayacağın defter sayfası, öküzlük prim yapıyor artık. Aptallık kazanç kapısı… Sen ki zamanında bana katlandın sabırla; yeniden başlıyoruz; senden aynı sabrı ve dirayeti göstermeni bekliyorum. 

Şimdiden teşekkür ederim.

"Defter Sayfasına Notlar - Dönüş" İçin Önsöz

Yazmak ne zamandan beri keyif verici olmuştur… Bunun yanında yazar kişi ile yaşam arasındaki bağ ne şekilde oluşmuştur…

Bir başına kalmışlığın kokusu sinmiş üzerine. Zihninde kendi kendini tekrarlayan melodiler çürütmektedir seni; sen ki bir kalemin var ettiği doluluğa sahipsin. Defter sayfası, seni tekrar görmek güzel... Kendimce verdiğim ara sona erdi. Gerçi “o” bir ara mıydı yoksa bir yazarın duraklama dönemi miydi bilemiyorum. Sonuç olarak baş başayız şu an ve asıl önemli olan da budur…

Sana neler anlatacağımı umuyorsun? Kafanda herhangi bir ön görü var mı merak ediyorum? Ne de olsa uzun zamandır görmüyorsun beni. Biraz farklı gelebilir sana görünüşüm. Saçlarım daha uzun mesela; belki cümlelerim de derinleşmiştir. Seni özlemişim.

Bana söylemek istediğin yüzlerce cümle vardır eminim. Eğer bir tek cümle bile kuramazsan benim için, susmanı öneriyorum. Öyle bir durumda benim yapacaklarımı seveceğini düşünmüyorum.

Bir ön söz kıvamında kabul et bunları. Asıl yaralar bundan sonra açılacak satırlarına…

Yalnızlığıma seni katık ediyorum. İçimdeki çığlık atma isteğimi az da olsa dindirebiliyorsun. Kalanlar da kandamlası olarak bir çevrim halinde dolanıyorlar bedenimde. Sen sen ol, sakın içindekileri saklama. Kus etrafa; bırak leke olsun her yer. Yeter ki nefesin boğazında düğüm olmasın.

Geçen gün minibüste şöyle bir baktım etrafa, insanlara. Kimsecikler yoktu defter sayfası. Birer nesne halinde insan bedenleri vardı elbet. Ama kimse yoktu. Bir kâbusun kendini bulması gibiydi hissettiklerim.

Arkası yarın kuşağı gibi yaşıyor insanlar. Sırf bu yüzden sana insan olmayı önermiyorum. Ellerinde boş kutular, kendilerini anlatmaya çalışıyorlar. Oysa sadece soyunsalar yeter! Tüm çıplaklıkları ile kendilerini ortaya koysalar, kendi var oluşlarına kendileri bile inanamayacaklar. Bunu onlara anlatmak ayrı bir konu… Şimdi sunmayacağım onu sana.

Her sabah ne bulursun kendinde defter sayfası? Ben yanından geçerken ve seni hiç umursamaz gibi davranırken? İçinden yok olmak geldi mi hiç? Ve ya yok etmek istedin mi beni? Belki de biterdi dertlerin. Sana sürekli olarak öğütler veren bir kendini beğenmişten kurtulurdun. Öyle ki narsisliğim hızla yükselmekte.

İçindeki yalnızlığı ne pencerendeki manzaran çözer, ne de sokakta yürürken yanında sürünen kalabalıklar. Sen bir “yalnız”sın ve bunu unutmamalısın. Zihinsel terkedilmişliğin seni kuşatmış durumda. Buna çare olabilecek tek kişi de yok ortalıklarda. Senin için üzülüyorum.

Duman çekmek bir işine yaramaz. İstersen hap atabilirsin ama bunun da etkisi kısa süre içinde geçecektir. Sürekli alkol depolamak da seni sen olmaktan uzaklaştırıp bir meyhane masasına çevirir, meze tabaklarında kurumuş bir yemek artığı olursun. Sen en iyisi git ve kendine bir kabuk bul, bir süre saklan ve düşün. Aksi takdirde sonunu hiç de iyi görmüyorum.

Ön sözün son sözü de şu şekilde olmalı: Sahip olduğun tınıya sarıl ve asla bırakma onu (tabiî ki eşek değilsen!).

renk

bir renk düşün içinde olmadığın sokaklarında yürümediğin söyle bana, bulabilir misin? aldığın nefesin sebebi olur mu? gözündeki bakışta...