Sıcak bir yaz mevsiminin habercisiydi doğan güneş. Haziran
sabahları böyle bir sıcağı benimseyememişti hiçbir zaman.
Pencereden odamın içine doğru sıyrılan güneş ışığı dayanılmaz bir bunaltı ortamı yaratmıştı içeride. Dayanamayıp kendimi yataktan dışarı attım. Banyoya gidip buz gibi suyla ödüllendirdim beni hiç yalnız bırakmayan bedenimi. Duştan sonra karar verdim ki kötü gözle bakmamak lazım gülümseyen sabahlara. Dışarı çıkıp şöyle bir dolaştım. Deniz kıyısındaki bir kafede oturdum; hafif bir kahvaltı yaptım. Her şey iyiydi, hoştu ama bazı şeyler farklı gibiydi. Gülümseyişim, yürüyüşüm, konuşurken seçtiğim kelimeler... Bana bir şeyler olmuştu, güzel bir şeyler.
Bunu
fark ettiğim an daldı gözlerim uzaklara doğru, denizle gökyüzünün birbirine
sıkıca sarıldığı kırılgan ufka... Bazı şeylerden kaçıp gelmiştim buralara. Kaçma
ihtiyacı duymuş, yanlışlar yapmış ve kendimi yargılamıştım. Bunun sonunda da
gerçekleri görmüştüm galiba ki artık değişmiştim. Bilinmeyen tepelerin ardı
artık can ciğer dostlarımdı şimdi. Ve her şeyden önemlisi mutluydum.
Koşarak
eve döndüm. Kitaplığıma aç köpekler gibi saldırarak eski günlüklerimi
sakladığım yerden çıkardım. Bir fatih edasıyla açtım kapaklarını. Kendime söz
vermiştim; geçmiş gerçekten geçmiş olunca zihnimde, dönüp dalga geçercesine
çevirecektim bu günlüklerin sayfalarını. Bu sefer ben hükmedecektim onlara.