29 Ocak 2009 Perşembe

Lazım

Bilebilmek lazım, görebilmek gerek... Bakışlarımızda kimler var; saçlarımızda dolanan parmaklar hangi bedene ait. Bu soruları sormak gerek, müzük çalmadan ve gözlerimiz dalıp gitmeden.

Çoğu kişiye anlamsız... En büyük dert güçlü durmak hep. Oysa insan hisseder, duyumsar. Bazen gülümser, bazen canı yanar. Adımlar atarak uzaklaşır bugününden, yarınına uzanarak umut eder yemyeşil kırları, o kırlara saçılmış beyaz, sarı papatyaları.

Yaşamak güzel şey. Sevebildiğimiz kadar ancak... Ne kadar sevgi o kadar yaşamak... Öbür türlüsü sadece var olmaktır. Taş da var olur, karınca da... Ama karınca yürür. Hep yürür. Taş ise kaldıramaz kendini. Öyle çökmüşürki kendi içide, çağlayan ırmakları göremez; eğilip suyundan bir yudum içemez.

İnsan yürür. En az karınca kadar yürür. Göçmen kuşlar kadar uçar insan... Gözleri dolaşır başka insanlarda. Yorulur sonra. O elleri arar; saçlarında dolanan parmaklara ev sahipliği yapan yumuşak elleri.

Özler sonra... Yitirdiklerini... Elde ettiklerini... Kazanacaklarını...

Bilmek lazım, görebilmek...

Sevmek lazım; sınırsız, kuralsız, sadece var diye...

Hiç yorum yok:

renk

bir renk düşün içinde olmadığın sokaklarında yürümediğin söyle bana, bulabilir misin? aldığın nefesin sebebi olur mu? gözündeki bakışta...