27 Ocak 2009 Salı

Yaşarken Unutuyoruz

Yaşıyoruz ama unutuyoruz bir yandan. Bir saat öncesinde gözlerimizde parıldayan ışıltılar kayboluyor ve bizler öyle bir rüyaya sürükleniyoruz ki gerçek olan neyimiz varsa yitiriyoruz. Sonraki saatlerde, hani olur da yine bir parıltı belirirse bakışlarımızda, şaşırıyoruz kaçırdıklarımıza; elimizden kayıp gidenler için ağlıyoruz; yetmiyor, olmuyor.

Sokaklarda yürürken çeşit çeşit insanla karşılaşıyoruz. Saçları rüzgarda savrulan kadınlar, yavaş adımlarla yürüyen ihtiyarlar, bir topun peşinden yola atlayıp atlamamak arasında gidip gelen çocuklar… Hepsi çok hoşumuza gidiyor. Hava güzel, kuşlar neşeli… Ama bir eksik var! Düşünmüyoruz! Bu kalabalık insancıllığımızı düşünmüyoruz. Emek harcamıyoruz savrulan saçların güzel kokular saçması yüzyıl değil bin yıllarca sürsün diye.


Hırslarımız var tutkularımız yerine. Elinden tutmak yerine sevgilinin, iş diyoruz, kariyer diyoruz. Basitlikleri bir kenara itip on saniyelik bir sanal mutluluğa gerçekliğimizi satıyoruz. Öldürüyoruz; bu sebeple öldürenlere de ses çıkarmıyoruz. Çünkü biz bu öldürme işine ilk önce kendimizden başlıyoruz. Bakışlarımızı siliyoruz. Dokunuşlarımızı donuklaştırıyoruz. Sevişmelerimizi tutkusuzlaştırıyor, öpüşmelerimizi anlamsızlaştırıyoruz. Çürüyoruz, çürütüyoruz.


Hemen yanı başımızda olanı görmüyoruz. Uzaklara bakarak iç çekiyoruz. Düşünülmüyoruz; düşünülüyorsak da bu sahiplenme dürtüsü ve zorunluluk hissi ile oluyor. Gülümsemiyoruz. Eksik kalıyoruz. Tamamlanabilecek iken umursamıyoruz. Dokunmuyoruz, itiyoruz. Sevilmekten hoşlanıyoruz ama sevmiyoruz. Sevdiğimizi söylerken de ya tüketmek istiyoruz ya da yalan söylüyoruz.


Çayırlara uzanmak eskidendi çoğuna göre. Yağmur yaparken eve kapanmak meziyet… Oysa ne güzeldir yağmurun altında yürümek ve şarkı söylemek bağıra bağıra; yanından geçen gürültülü otobüslere, otomobillere inat haykırırsın umutlarını yağmur gibi saf ve insancıl… Bir saksıda çiçek yetiştiririz. Ama dekor olsun diye yaparız çoğu zaman. Kaç kişi bir çocuk yetiştirircesine büyütür sardunyalarını? Tükendik; tükenirken çok tükettik.


Kahvemi içiyorum; şiirler okuyorum. Ve şimdi elimden geldiğince anlatmaya çalışıyorum içimdekileri.


Bırakın oturmayı dört duvar arasında, bir televizyon ekranı, bir bilgisayar monitörü önünde harcamayı saatlerinizi.


Kapıyı açın ve çıkın evden.


Yaşamak sizi bekliyor dışarıda.


5 Ocak 2009

Akşam

Bursa (Çekirge)

Hiç yorum yok:

renk

bir renk düşün içinde olmadığın sokaklarında yürümediğin söyle bana, bulabilir misin? aldığın nefesin sebebi olur mu? gözündeki bakışta...