27 Ocak 2009 Salı

Krema

Kremalı bir abzürtlük istiyorum. Tüm hatları krema ile belirginleştirsek. Meyveli olur vanilyalı olur karışık da olabilir. Hepsi de olabilir. Olsun hatta. Daha renkli… Kafam karışsa şöyle… Ama çok da karışmasın yani gerek yok o kadar karışmasına. Hoplasak zıplasak, alt komşu rahatsız olsa… Dert tasa da istemiyorum. Uğraşmasam. Uğraştırmasa… Soğuk biralarımızı yudumlasak yavaş yavaş… Sonra birbirimizi yesek küçk ısırıklarla.

Gitse sonra o. Aramasa sormasa bi daha. Evde tek kalsam. Bi duş alsam. Şarkılar söyleyerek ıslık çalarak çıksam banyodan. Böyle neşeli ve hareketli bir müzik açsam… Küçük hareketlerle dans ederek kurulasam vücudumu… Dışarısı da şimdiki gibi kapalı ve gri olmasa; güneş açmış olsa, sıcak olsa…

Çıksam evden amaçsızca… Kulağımda mp3 çalarım, yürüsem evden giden yolda. Çok severim o yolu ben. Rahatlatır insanı.

Aklımda elli tane şey olmasa, sadece bir tane olsa… Bak hem başka yerler de var görcek. İş güç ne kardeşim, yoruluyor insan. Para da vermiyorlar aslında. Alanlar da verdiklerini sanıyor kendilerince. Neyse… Tabi alkol insanı biraz yumuşatıyor. Götür bakalım.

Kulaklık arada cızırdamamalı ama tabi bu ayrıntıyı atlamayalım. Yürüye yürüye varsam biryerlere. Radikal kararlar almaya müsait bir yer olsun ama. Mesela uçak bileti satan bir yer. Bunun yanında dergi falan da satıyor olması lazım ki denk geleyim. Hoş şimdi uçak bileti alacak param da yok yanımda. Dünyanın bir ucuna nasıl gideyim. Bir gemiye kaçak binsem? Bulurlarsa o kadar adam napar düşünmek pek hoşuma gitmedi. Yok yok bu olmadı. Başka bir şey bulmak lazım… Ama yani nasıl olcak? Uçağa binemiyoruz. Gemi de çalışmaya kalksam olabilir. Böylece ben kaçak birisini bulabilirim belki… Bu da güzel olmadı ya… Estetik değil yani.

“Dıdıdıt” kartımızı da okuttuk otobüse. “Bir kez daha binebilirsin belki. Şansını dene yani” kadar kalmış içinde kartın. İçerisi çok da kalabalık… Aklıma bir de “küçük karabalık” geldi şimdi. O da gitmek istiyordu oraya buraya di mi? Ama kızıyorlardı ona. Acaba ilkokul sıralarında okuduğum bu kitabın içimde kalmış sayfaları mı var da böyle hep bir gidesim var. Krema da istiyor canım. Profiterol güzel olurdu. Yanında da dondurma. Dolduruşa gelmiş umutlar bi de.

Evet, durağı da kaçırdım, çok güzel. Gerçi hangi durak kaçıyor ki? Sanki ben bir durağı amaçlamışım. Hali hazırda bir yere gittiğim de yok. İşlenmiş bir bakır almak istiyor hale gelebiliyorum sanki o dükkanın önünde. Hangi dükkan demeyin, hani var ya altıbarnağın girişinde heykelden gelirken, sol taraftaki kaldırımda yürürken solda arada. Küçük bir yer… Ama her seferinde olduğu gibi yine bir şey almıyorum. Demek ki ben sadece istiyorum. İstemeyi seviyorum. Almak için uğraşmıyorum. O gelsin benim yanıma. Alsın beni. Alsın yani. Alsın alsın alsın… Veeeee…

Yorgunluk bu galiba… Kaç yıldır uğraşmışsın, didinmişsin ya… Yok yok olmuyor böyle ama yani yalnız da uyumak da hoş değil. Ne gerek var ama şimdi? Krema, alkol ve umarsız sevişmek varken. Evet evet gereksiz.

Bi dakika, telefon çalıyor…

Numara yanlış değil ama zamanlama yanlış… Bu durum da gıcık eder şimdi. Olmaz mı olmalı mı ki ya da bu ne çelişki?

Zaten ben de gidicem şimdi. Du bakalım bişeyler olucak ama… Yanıcaz fantazya odun ateşinde.



20 Aralık 2008
Öğleden sonra

Hiç yorum yok:

renk

bir renk düşün içinde olmadığın sokaklarında yürümediğin söyle bana, bulabilir misin? aldığın nefesin sebebi olur mu? gözündeki bakışta...